Rumeli’de doğanlar bu “ayrıcalıklı olmayı” Osmanlı Devletine borçlu. Osmanlı ise tüm şanını Rumeli devleti oluşuna. Arada kimi nüans farkları olsa da tarihçiler söylüyor bunu.
İlk fethedilen yerlerin çoğu Rumeli’de. Sofya 1385, Üsküp 1389, Rusçuk 1393 ve Avlonya 1417’de oldu Osmanlı mülkü. İstanbul’un fethi ise, 1453.
Anadolu’da Erzurum 1518’de, Van 1530’larda geçti Osmanlı’ya. Dikkat buyrula: İran (1514), Suriye (1516) ve Mısır (1517) alındıktan sonra alınır bizim Erzurum ile Van. Bundan şu çıkar: Osmanlı devleti Rumeli’de güçlendikten sonradır ki Anadolu’yu, İran’ı ve Arap ülkelerini aldı. Rumeli’nin bu “fethedilme kıdemi” yüzünden Rumeli Beylerbeyi, devlet protokolünde Anadolu Beylerbeyinin önünde yer alır.
Osmanlının “yaşamsal kökleri” eğer Anadolu’da olsaydı, Yıldırım Beyazıt Timur’a yenildiği an (1404) her şey biterdi. Devlet asıl Rumeli’de örgütlenip kurumlaştığı için ayakta kalabildi. Yeniçeri Ocağı ile saray okulu Enderun’a Hıristiyan çocukların devşirildiği yerdir bu bölge. Devlet çarkının ana kadrosu genellikle Rumeli kökenlilerden oluşurdu.
Sadece onlar mı? Padişah analarının hepsi Rumeli’yi de içine alan, Venedik ile Rusya arasındaki geniş coğrafyadan armağandı saraya. Bursa’da Nilüfer Hatun’la (Horofira) başlayan bu tercihe sadakat yüzlerce yıl sürdü.
Kimi Yunanlı tarihçiler Osmanlıyı “Müslüman Bizans” olarak nitelerken, başta Prof. Faut Köprülü olmak üzere tarihçilerimiz, “söz konusu devlet kurumları bize Selçuklu’dan miras” demekteler. Öte yandan Dimitri Kitsikis kendini tutamaz, Osmanlı’daki Rum kökenli yöneticilerin uzun bir listesini çıkartarak, “Türk-Yunan İmparatorluğu” der Osmanlı’ya. Ve ne hikmetse, 12 Mart döneminde içeride zulüm kesilen Başbakan Nihat Erim, Türkiye ile Yunanistan’ın ortak konfederasyon oluşturması fikrini attı ortaya.
Anadolu Türkleri Osmanlı’nın peşi sıra diyar-ı küfre gidip oralara yerleşti. Devletin ilk başkenti Bursa olduğu için, ilk “evlâd-ı fatihan”, yani “fetheden evlâtlar” Bursa ve çevresinden çıktılar. Hep örnek veririm: Yahya Kemal’in ataları Üsküp’e Bursa’dan, Orhan Kemal’in ana tarafı Orhaneli’den gitmiş Bulgaristan’a. Aklıma şu takılır: Mostar’daki Karagöz Bey Camii bu adı, orada “ibret perdesi” kurmuş Bursalı bir Karagöz sanatçısından almış olamaz mı? Rumeli’nin batı yakasının fethinde büyük rol oynayan Evrenos Gazi aslen Balıkesirli. Eski Hüdavendigar Vilâyeti sınırları içinde kalıyordu Balıkesir. Asıl ilginci: 2. Murat’ın komutanlarından İnegöllü İshak Paşa görkemli kariyerini Selânik valisi olarak tamamladı ve tüm servetini o bölgedeki hayır işlerine harcadı.
“Fetih üretimi” sayesinde devletin ganimet, haraç, fidye, cizye ve tımar gelirlerinin ağırlıklı olarak sağlandığı yerdir Rumeli. Tek istisna, Ruslar vaktiyle her yıl Osmanlı’ya ödemesi gereken haracı, -sultanın fermanı üzere-, Kırım Hanına verirdi.
Osmanlı’da özel mülkiyetin devletçe tanınması süreci, Avrupa’daki “muzır cereyanların” etkisiyle önce Rumeli’de başlar. İlk kurdele Senedi İttifak’la kesildi. Bunu Jön Türkler, 1. Meşrutiyet ve 1876 Anayasası, İttihat ve Terakki, 2. Meşrutiyet ve Hareket Ordusu izler. Tüm bunlar Rumeli’den “neş vü nema” buldular. Başta o yöre kökenli Mithat Paşa ve Namık Kemal olmak üzere nice aydınımıza dünya zindan edildi. Nihayet Abdülhamit tahtından indirilip sürgün edildi Selanik’e. Bugün hâlâ “Ulu Hakan Abdülhamit Han” derken kendinden geçenler, nasıl sevsinler Selanik’i ve orada doğanları?!
Bölgeye fetihle gelen Türklerin yanı sıra, Rumeli Osmanlı egemenliğine girdikten sonra Müslüman olanlar, bu aktif kimliği nasıl kazandılar? Farklı kökenlere, dinlere ve kültürlere mensup insanlarla yan yana yaşamanın getirdiği rekabetçi ortamdır bunun ilk nedeni. Avrupa’da baş gösteren Rönesans ve Reformun “kafa değişimi” giderek bölgeyi de etkiler. Fransız İhtilâli sonucu esen özgürlük rüzgarları tez ulaşır Rumeli’ye. Hıristiyan halklar arasında başlayan milliyetçi akımları ve Osmanlıyı bölgeden atmaya yönelik silâhlı direnişleri, kendi tarihimizde “Balkanlarda komitacılık dönemi” olarak niteleriz. Osmanlı’da Harbiye’yi bitiren genç subayların hemen hepsi, önce Makedonya’ya çete takibine gönderilirdi. Kurşunun ve ihanetin nereden geleceği belli olmayan koşullarda uzun süre yaşamak, herkesi daha uyanık, daha açıkgöz ve daha pervasız olmağa mahkûm eder. “Tuna tilkisi gibi adam” deyimi Anadolu’da yokken, neden Rumeli’de var?
Bu olumsuzdan çıkmış olumlu tabloya rağmen, Rumeli türkülerinin Türk sanat müziği makamlarıyla bestelenmiş olması çok dikkat çekici. Peki neden? Bölgede zevk ehli zengin tabaka ile halkın iç içe yaşamasından. Konunun bir diğer boyutuna İbnülemin Mahmut Kemal’de rastladım: Bestelere yakışmayan güfte örnekleri verirken, birinde “Rumeli avratları gibi dırlanırsın a çıtak” dizesi geçer. Teklifsiz ortamlarda “a kaltak” da denebilir. Burada amaç, Rumeli kadınlarını hakir görmektir elbet. Fakat altını eşince karşımıza şu çıkar: Rumeli kadınları, erkekleri kızdırma pahasına taleplerini söylemekten geri durmazlar! Anadolu kadınları gibi öyle “vur sırtına yumruğu, al ağzından lokmayı” değiller. Eyvah ki, o “dırlanan kadınlarının” bugün Anadolu’da doğan torunları, yakın dönemin yozlaşan kültürü sayesinde, eski mazlum Anadolu kadınlarına dönüştüler!
Geldik Rumeli insanlarını yaldızlayan son paragrafa...
Ankara’da toplanan ilk TBMM üyelerinin çoğu “cumhuriyet” lâfını duysalar uykuları kaçardı. Mustafa Kemal bu niyetini yakın çevresinden dahi bir “milli sır” olarak saklamıştı. Oysa Rumeli’de, Balkan Harbinden sonra Türkler, 1913’te Gümülcüne’de ömrü kısa bir “Batı Trakya Muhtar Cumhuriyeti” kurdular.
Tam bu noktada belirtmek boynumuza borç: Akıl egemen kimlik sadece Rumeli’nin tekelinde olmayıp, bir süre Rus işgalinde kalıp başına çare arayan Kars, Ardahan ve Artvin yöresi halkında da mevcut. Kuvayı Milliye hareketi tek vücut olmadan önce, Kars’ta adında “cumhuriyet” geçen yerel bir hükümet kurulmuştu.
0 yorum:
Bu yazımız hakkında
düşünce ve önerilerinizi lütfen bizimle paylaşın..!